Öğretmen derste Calvin'in kilisedeki reformlarından bahsediyor ve onun bir fikrinden alıntı yapıyor. Öğrencilerinden biri bu görüşe katılmayıp saçmalık diye tepki verince öğretmen bu bir fikrin üzerinde düşünmeden onu hemen inkar eden tavrını yanlış bir tutum olarak değerlendirip her şeye en az 2 farklı açıdan bakıp yorumlamak gerektiğini, ancak bu tarz bir bakışla hakikate ulaşılabileceğini söylüyor. Yani bir bilginin doğru olup olmadığını öğrenmek için onu 2 taraflı test etmeliyiz anlamına getiriyor.
Daha da somutlaştırırsak örneğin "Şu metnin rengi siyahtır." önermesinin doğru olup olmadığını bulmak istiyorsak 1) "Bu metin siyah mı?" 2)"Bu metin siyah değil mi, yani başka bir renk mi?" gibi 2 tür sorgulama yapmalıyız.
Öğrenci bu öneriye de katılmıyor ve çürütmeye çalışıyor, bunu ispatlarken de öğretmenine erkek arkadaşınızı seviyor musunuz diye soruyor, evet yanıtını alınca peki hiç sevmediğinizi yani nefret edebileceğinizi düşündünüz mü diye 2li sorgulama mantığını işe koşuyor. Öğretmen hayır deyince öğrenci öğretmenin hakikate ulaşmanın 2 yönlü bir bakış şartına bağlı olmadığını kanıtlamış oluyor.
Sahnenin girişi dini bir mesele ile ilgili olduğu için burada sanıyorum ki dini inançlarımızı sorgulayarak mı ediniyoruz, yoksa etraflıca düşünmeden onu bir değerlendirmeye tabi tutmadan 'buna inanıyorum işte, ötesine berisine gerek yok' diye sadece benimseyip peşinden mi koşuyoruz gibi bir diyalektik açmaz gözler önüne serildi. ;Buradaki öğrenci ise muhtemelen dinleri dogmatik bir sistem olarak algılıyor ve bir dine mensup olmaya mecbur bırakılmaya veryansın ediyor.
Bir diğer yorum ile şöyle de bakılabilir bu sahnedeki tartışmaya; 'Din/inanç kalbi bir olgu mudur, hissedilen bir şey olduğu için sorgulamaya gerek yok mudur yoksa beyin süzgecinden geçirilmeli, bir temele oturtulmalı mıdır? Yoksa her ikisine de mi muhatap edilmelidir?
Divan şiirlerinde aşık kişi bir mumun etrafında dönen pervanelere benzetilir. Pervaneler o ateşin aleviyle yanacaklarını bildikleri halde sevdiklerinin yakınında olmaktan, aşkı tatmaktan vazgeçmezler, hatta yanmaktan haz alırlar, sonunda acı çekeceklerini bilseler bile. Bu sahnede de öğretmen beyefendi 20 kişilik sınıfta dönüyor, dolaşıyor, ayağa kalkıyor ama sevdiği bu kızın yanında oturmaktan kendini alıkoyamıyor, gitmeyi, uzaklaşmayı deniyor, sınıfın ortasına kadar geliyor yanından kalkıp, bu sayede kendi nefsiyle yaptığı mücadeleyi görüyoruz, hissettiklerine karşı koymaya çalışıyor. Fakat bedeni uzağına düştüğü halde gözleri yine ister istemez onun gözlerinin üzerinde geziniyor, bakışlarını ondan ayıramıyor, yenik düşüyor içindeki bu kapılma duygusuna ve tekrar yanına oturuyor. Bu kez de kız bu hissin ağırlığı altında eziliyor, onun da kendi iç hesaplaşmaları ve mutsuz olmayı çoktan kabullenmek gibi karamsar bir huyu var. O da korkularına teslim olup sınıftan çıkıp gidiyor, yanmadan ateşten uzaklaşan pervane aşkı henüz tadamamıştır ne yazık ki.
Burada mesele iki hüzünden birini seçmektir: ya aşkı tadıp sonunda yanarak mahvolacaksındır, ya da acısından korkup aşkı tadamadığın için bir ömür onun özlemiyle yanacaksındır. Fakat aşk iki cihetiyle de insanın fıtratında bulunur. Ruhlar devreye girince hiçbir şey öngörülemez.