23 Temmuz 2019 Salı

Taxi Driver ve Yalnızlık Üzerine



”Yalnızlık, hayatım boyunca nereye gitsem peşimi bırakmadı. Barda, arabada, kaldırımda, dükkanda, her yerde. Kaçış yok… Ben Allah’ın yalnızıyım.”

Geçtiğimiz günlerde Robert De Niro'nun ve Amerikan sinemasının en önemli filmlerinden biri sayılan Taxi Driver'ı izledim. Filmin ilk yarısını kesinlikle daha çok beğendim, karakter üzerine çözümleme yapabilme olanağı  ikinci yarısına göre daha fazlaydı ve daha ince işlenmişti kurulan evren. Bu belki de benim sonuçtan çok sebeplerle ilgilenmemden dolayı giriş kısmının daha cazip gelmiş olmasından kaynaklanabilir. Bunda ikinci yarıda filmin benim beklemediğim bir yöne kıvrılmasının da payı olabilir. Ben başrolün yaşantılarını psikolojik bir vaka olarak değerlendirmeye başlamışken kurgunun durum değil de olay odaklı bir hale bürünmesi ufaktan beni bir hayal kırıklığına uğratsa da filmi çok beğenmeme engel teşkil etmedi.

Filmin durum hikayesinden olaya kaymasının başlıca sebebi karakteri buhranlara sürükleyen "Yalnızlık" duygusuydu. Bu yazımızda Travis'i ve insanı "Yalnızlık" penceresinden değerlendireceğiz.



Travis geceleri uyuyamayan birisidir. Pek çoğumuz uyuyamama sorununu beynimizde susmak bilmeyen düşüncelerin bizi uyanık tuttuğuna bağlarız. Sorunlar çözülmedikçe de beyin başka bir yöne gitmez, onun etrafında döne döne bir girdaba dönüşür ve insanı da içine çekip hapseder. Travis'in uyku sorununu seyircinin öğrenmesi onun türlü sıkıntılar içerisinde olduğunu tahmin etmesini sağlar.

Travis Vietnam Savaşında yer almış askerler biridir. Savaşın kendi psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkilerinin yanında, savaş sonrası döndüğü keşmekeş haline gelen şehirden de pek çok memnuniyetsizliği vardır.

Travis uyuyamadığı için gece geçirdiği vakitleri taksi şoförlüğü yaparak değerlendirmeye karar verir. Geceleri şehrin en kirli sokaklarını, en çok günah işlenilen caddelerini sarı taksisiyle karış karış gezer. Her gece türlü iğrenç yaşamlara tanıklık eder. Bir kadın tüccarının ön koltuğa fırlattığı paraya elini bile sürmekten çekinir, eline geçtiğinde harcamaz bile, o parayı yine bir gün bir günahkara verir.




Travis bir gün caddede yürürken gördüğü bir kıza ilgi duymaya başlar, Betsy siyasi bir kampanya üzerine çalışma yürüten bir ofis çalışanıdır ve Travis her gün bu ofisin önüne taksisiyle gelip kızı uzaktan izler. En sonunda açılmaya karar verir, insanlarla kurduğu çekingen iletişimin aksine oldukça cesur ve ısrarcı davranır, niyetini hemen belli eder. Sanırım her insan sevilmek kadar sevmeye de ihtiyaç duyuyor. Bizi yaşama bağlayan şeylerden biri de bu duygu. Travis toplumdan kendini tecrit edişinden, ilişkilerde yabani duran bu bezgin halinden ilgisini cezbeden bu kıza duyduğu arzu sayesinde kurtulabilme umudu taşımaktadır belki. Bir şeylere, birilerine tutunma fikri herkesi güçlendirir. Fakat işler umduğu gibi gitmez...



Betsy bana kalırsa ilgiyi üzerine çekmek isteyen biriydi. Kendisine ilgi duyduğu açıkça belli olan iş arkadaşıyla olan diyaloglarında derinliksiz, yüzeysel biri olduğunu sezmiştim. Bunun aksine Travis ilk buluşmalarında Betsy'yi kendi gibi yalnız ve mutsuz, arayış içinde olarak gözlemlediğini söylüyordu. Travis bence bu tespite somut verilerle ulaşmadı, sadece onun öyle biri olduğuna inanmak istedi. Travis Betsy'yi herkesten farklı, üzerine toplumun kiri bulaşmamış, masumiyetiyle parlayan biri gibi görmek istiyordu, ancak böyle birini sevmeye değer görebilirdi, çünkü şehrin en karanlık sokaklarını karış karış gezmiş, en iğrenç insanların ucuz davranışlarına şahit olmuştu ki ancak gördüğü insan tiplerinden günahça daha beyaz birini hayalinde tanrıçalaştırabilirdi. Ve bana kalırsa bu gözleminde yanıldı.



Ne yazık ki insan ilişkilerinden anlamayan, vahşi tabiatlı Travis flört etmeyi de beceremedi ve Betsy'i sinema diye p*rn* filmi izlemeye 3.sınıf bir salona götürdü. Gerçekten yaşantısı, ilişki kurma biçimi, hayattan kültürel yönden haz alma yöntemi bu kadar ilkeldi, başka türlüsü elinden gelmiyordu ve tabi ki terk edildi. 

Tam kendisini seven, anlayabilen, yakınına alabileceği, herkesten farklı biriyle birlikte olabilme ümidine kavuşmuşken onun da herkes gibi yüz üstü bırakan, kendi deyimiyle "soğuk ve mesafeli" cinsten çıkması onu yalnızlığın ve karamsarlığın birkaç seviye daha altına itti. Her geçen gün dünyanın ve insanların çok kötü ve değişmesi gereken  bir yer olduğuna inancı artıyordu.



İnsanların sıkıntılarından kurtulmasına yardımcı olan şeylerden biri de dertleşmektir, insanın en elzem ihtiyaçlarından biri "anlaşılmak"tır. Anlaşılmak gözle görünmeyen bir şifadır. Bu bazen annenizin şefkatli sesinden çıkan "Kızım, oğlum" kelimesi olabilir. Ya da sadece anlattığınız şeye karşılık onay anlamı taşıyan bir kafa sallama hareketi sizin yanınızda birisinin olduğunu kanıtlar ve ısınırsınız. Yalnızlık madden bir başına olmak demek değildir, etrafında onlarca kişi olsa da eğer anlaşılamıyorsan, seni kimse anlamıyorsa o halde de yalnızsın demektir. 



Travis taksisine binen müşterilerle fazla konuşmazdı. İş arkadaşlarıyla bir masada otururken onlarla birkaç kez sohbet etme girişimi olmuştu. Fakat daha sonraki sahnelerde iş arkadaşları bir masada yemek yerken kendisinin mekana sonradan girip onların dikkatlerini çekmekten imtina ederek yiyeceğini alıp tek başına başka bir masaya geçtiğini görüyoruz. Sosyal ilişkilerdeki başarısız deneyimlerin sonucu Travis'in yalnızlığı tercih ettiğini görüyoruz. Giderken iş vereniyle bir sohbet ediyor, canının sıkkınlığından bahsediyor ve "Çıkmak istiyorum." diyor. Mevcut durumundan kurtulmak istediğini, yaşamını değiştirmek arzusunda olduğunu buradan anlıyoruz. Ardından karşısındaki adamdan uzun bir monolog dinliyor, toplum düzenine kendini kaptırıp gitmiş, dünyayı olduğu gibi kabullenmiş ve sızlanmayan bu adamın kelimelerinden Travis anlaşılamadığını anlıyor ve dinlediği alakasız şeylerin sonunda "Bilmiyorum. Bu şimdiye kadar duyduğum en aptalca şey." diyor ve oradan ayrılıyor. 




Bir cümlede Travis şöyle diyordu: "Bir gün iyi bir yağmur yağacak ve bütün bu pislikleri temizleyecek." 



Yalnızlaşan, anlaşılamayan, dünyasından mutsuz olan, insan topluluğunun yaşantısının kötülüğünden, düzenin işleyişinden tiksinen insanda öfke oluşur, giderek her şeye karşı kin ve kızgınlık duymaya başlar. 


"Günler geçiyor, geçiyor... bitmiyor."


Yalnızlığında ve memnuniyetsizliğinde boğulup duran Travis artık kendisinin bir şeyler yapması gerektiğine karar verir. Rüzgar bir gemiyi istenen yere götürmüyorsa dümenin hakimiyetini artık senin alman gerekir.

Aynada kendi aksıyla konuştuğu şu sahne çok meşhurdur.



İşte böyle sevmediği, tiksindiği dünyayı yağmur olup temizlemeye niyet eden bu yalnız adamın icraatlarını filmin 2.yarısında izliyoruz. Merak edenleri izlemeye davet ederiz.



23.07.2019


7 Temmuz 2019 Pazar

YOU Dizisi İncelemesi


2018'in son aylarında Netflix'te yayınlanan You dizisi benim ilgimi ilk olarak tanıtım fragmanını Youtube'da görmemle çekti. Henüz liseye gitmiş olduğum yıllarda oldukça popüler olan, şimdilerde yayın hayatına son veren Cnbc-e kanalında yayınlanan dizilerden Gossip Girl'de oynayan Penn Badgley bana görür görmez aşina geldi ve kısa bir süre düşününce nereden hatırladığımı buldum. Tabi aradan geçen 10 yıl "Aa ne kadar yaşlanmış." dedirtse de 1991'li olduğunu öğrenince esas yaşlananın ömrümün kendisinin olduğunu fark ettim.

İnternetten dizi izlemek alışkanlığım değildir, dizilerin ticari amaçla piyasaya sürüldüğünü, sanat kaygısı güdülmediği için bana bir şey katmayacağını düşünmem beni dizi sektöründen hep uzaklaştırmıştır. Fakat dizinin instagramda rastladığım birkaç kesitinde katmanları açılan bir karakteri merkeze aldıklarını sezmemle birlikte "You" alakamı cezbedici hale geldi. Öte yandan popüler kültüre uyum sağlamak -en azından tanımak, yabancı kalmamak diyelim- günümüz insanının bir ihtiyacı olduğundan kenafir gözlü bu oğlana bir şans verelim dedik ve vaktin boş olduğu bu yaz tatilinde izlemeye başladık.


* Diziye vereceğimiz puan 
10 üzerinden 7.5
* Oldukça merak uyandırıcı bir işleyişe sahip, bölümler 45'er dakikalık, sürükleyiciliği sizi bir sonraki bölümü izlemeye güdülüyor. Dizinin ilk 1-2 ve son 2-3 bölümü gerilimi esas sırtlayan sahneleri içeriyor ve avını göz hapsine almış bir aslan gibi tetikte bekleyerek izliyorsunuz. Fakat 10 bölümlük bu dizinin gelişme kısmındaki bazı olayların gereksiz yere uzatılması bazen izleyiciyi "Hadi artık, ne olacaksa olsun." isyanına da getirmiyor değil.

* Yönetmenliğe dair çarpıcı bir görüntü aklınızda kalmıyor. Oyunculuklar ise çok başarılı, hiçbiri sırıtan bir performans sergilemiyor.





* Peach karakterine sürenin fazla harcandığını, Peach odağında geçen bölüm sayısının fazla olmasının dizinin hikayesini bir kısır döngüye dönüştürdüğünü düşünüyorum. Daha kısa  ve özlü bir anlatım sunulabilirdi.







Karakterler üzerinden gidelim...

JOE BELASI


Joe bir kütüphane çalışanıdır. Kendisine hayatı öğreten ve bu soğukkanlı, karanlık yanını ortaya çıkaran sahibinin kuvvetten düşmesi nedeniyle yönetimi fahri olarak devralmıştır. Kitaplarla aşırı hemhal olan her insan gibi dış aleme dair gözlem gücü gelişmiş, içe bakış konusunda usta olmuştur. Geçmişteki deneyimlerinin yarattığı travmaların meydana getirdiği saplantılı düşünceler beynini yiyip bitirmekte, onu takıntılı, kaygılı biri haline getirmekte ve eylemlerini çıkmaza sokmaktadır.


BECK ŞIRFINTISI



Beck üniversitede edebiyat öğrencisidir. Kitap yazmak gibi ideallerin peşinde koşarak şehirde tek başına ayakta kalmak için çabalamaktadır. Bunun uğruna önüne fedakarlık yapmasını gerektirecek zorlu kapılar çıkar. Babasız büyümesi onu ilgiye aç biri yapmış, sevilme isteği onun bir zaafı haline gelmiştir. Zayıf tabiatlı biri her türlü tehlikeye açıktır ve ben merkezli yaşayan birisi de her an birilerinin canını yakıp "kötü" insan olabilir.

* Dizideki olay örgülerinden, kurgudan bahsetmek istemiyorum. Bu pişmemiş poğçanın poğça şeklini bozup tekrardan düz bir hamur haline getirmek gibi, yiyene -yani izleyene- yeni bir tat vermez ve gerek yok. O nedenle dizi dimağımdan süzüldüğünde bana neler kaldı onlardan bahsedeyim, belki poğçanıza çörek otu katmış olurum. 


EVERYTHİNGSHİP (HER ŞEYİŞKİ): 
ZİHİN + BEDEN + RUH BİRLİKTELİĞİ

İLİŞKİLERİN MATEMATİĞİ ÇOK BİLİNMEYENLİ BİR DENKLEM GİBİDİR. BULDUĞUN ÇÖZÜMÜ ŞIKLARDA GÖREMEYEBİLİRSİN DE, ŞAŞIRTICIDIR.



* Herkesin ilgi ve iyilik görmek istediği çok açık. Ama karşımıza çıkan zorlukların önüne biz değil de yanımızda kişi atıldığında ya da yolumuza çıkan taşları bizim yerimize o eğilip kenara attığında hayatımızın kontrolünün kendi elimizden çıktığını hissediyoruz. Hayatımızı kolaylaştıranlara kimimiz minnet duyarken kimileri de Beck gibi bir kişilik saldırısı olarak algılayabiliyor.






* Özellikle erkekler yanlarındaki kadınların kendilerine muhtaç olmasından haz alıyorlar. Kadınların kendilerine ihtiyaç duymaları erkeklerin egolarını tatmin ediyor. Güçlü, kendi başına uçabilen bir kartaldansa miyavlayan süt isteyen bir yavru kedi onların her daim birincil tercih oluyor bu yüzden, çünkü erk sahibi olmak onların koltuklarını kabartıyor ve zevk duyuyorlar. [Karen-Joe ilişkisi]








* İnsanın kendisine dair geliştirdiği değersizlik ve yetersizlik algısı azgın bir sarmaşık gibidir. Tüm yaşamına sirayet eder. Bilhassa güçlü görülen, o örnek alınıp yaşamına özenilen insanların yakınında olmak kişiyi ideal benliğine ulaştıracakmış gibi gelir. Halbuki bir ruh maskesi giymekten başka bir şey değil. Tek başına kaldığında gerçek ve çıplak seni gördüğün için kendinden yine memnuniyet duyazsın. 
[Beck ve arkadaş çevresi] 





* Bir şeyin kıymeti kaybedilince anlaşılır derler, aslında eksik bir cümle. "Değerini anlamak" zaten eskiden de değeri varmış da , sen ancak şimdi farkına varabildin demektir. Fakat kimi zaman değersiz olan bir şey elden uçunca "o benimdi, ama artık değil" diye düşünür, "sahip olmak kaybetmekten her zaman daha iyidir" diye iç geçirerek çıkarcı bir yaklaşımla gözde kıymetli hale gelir. Bu ilişkilerde tiksindirici ve bencilce bir zihniyettir. Tekrar elde edince egon tatmin olur ama birkaç güne eski sıradanlığına ve değersizliğine kavuşur. 
[Beck'in Karen'le Joe'yu yakın görüp 180 derece dönmesi]

 

DİZİNİN KULAĞINA KÜPE OLSUN DEDİKLERİ :)

*Salak olma, gözünü dört aç ve algılarının kapanmasına izin verme, hayatının kontrolü senin elinde olsun, ihtirasların uğruna rüzgarda savrulma. 

* Başarısızlığına mazeret bulma, gitmek istediğim yere varamadım diye şikayet ederken adımların doğru yolda mı bir kontrol et.

* Mutluluğu ararken ve kendine anlam biçerken dış alemdekilerin sana tavırlarını kıstas alma, kendi değerini sen kendin belirlemelisin.

* Sevilmek istersin ama sevilmeyi beklerken; en önce kendini kendin sevmelisin, bunu unutma. Sevilmek için kolların açık gezme, bu sevgi arsızlığı da olsa arsızlığın her türlüsü kötüdür ve her şeyde aşırıya kaçmak bela getirir. 

* Ne olursa olsun geçmişe dayalı kaygılarından ve seni huzursuz edecek yaşantıların hatırasından kurtul, bir ayağın geçmişe saplanmışken diğer ayağında yapabileceklerin sınırlıdır.


* Zorla güzellik olmaz. Sen bir arısın ve illa ki o çiçeğin özünü istiyorsun diye dikenleri battığı halde ısrar ediyorsun, etme. İlerideki bir çiçeğin daha güzel olamayacağını kimse öngöremez.


Bizim söyleyebileceklerimiz bu kadar. 
07.07.2019