13 Ocak 2015 Salı

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR


-Yazının tamamı şahsıma aittir.-

(Bu makaleyi 2011 yılının sömestr tatilinde, henüz 18 yaşımda, lise sona giderken liseler arası adalet temalı bir kompozisyon yarışmasına katılmak için yazmıştım. Hiç değiştirmeden yayınlıyorum. Merak edenlere dereceye giremediğimi söyleyeyim. )



     "Adalet mülkün temelidir." Bu veciz sözü daha önce duymamış olanımız yoktur desek kati suretle doğru söylemiş olacağız.Hukuk denilince ilk akla gelen,adliyelerin duvarlarında,mahkemelerde hakimin hemen arka tarafında okumaya aşina olduğumuz,değişmez bir ilke niteliği taşıyan bu sözün anlamını ve ehemmiyetini idrak edebilmek için evvela adalet ve mülk mefhumlarını doğru bir şekilde mütalaa etmek gerekmektedir.

    Adalet lügatımızda hak ve hukuka uygunluk,herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk manasına gelmektedir.Düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola kaymak, eşit ve denk olmak,dengede tutmak,tartmak gibi karşılıkları da vardır.Zulmün karşıtı olarak adalet, her şeyin yerli yerine oturtulması,denkliğin sağlanmasıdır.Adalet ilkçağlardan bu yana peygamberlerin, âlimlerin ve filozofların üzerine hassasiyetle eğildikleri bir konudur.Üstelik kutsal kitaplarda da adaletli olmaya ve yöneticilerin adil karar vermelerine ilişkin bölümler  mevcuttur.


    Mülk sözcüğünü ele aldığımızda ise iki farklı anlamı karşıladığını görüyoruz.Bunlardan ilki ev, dükkân, arazi vb. taşınmaz mal diğeri ise devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünüdür.Bilhassa üzerinde durduğumuz vecizede "mülk" bu ikinci anlamın mecrası içerisindedir.Mülk ile kastedilen devlet yönetimi, idari hakimiyettir.Aynı zamanda devlet ve ülke olarak da izah edilebilir.


   Bir çıkarımda bulunacak olursak genel bir ifadeyle toplumu idare eden,kişi hak ve özgürlüklerini korumak,ülkenin refahını ve bekasını sağlamak amacıyla teşkilatlanmış devletin saymış olduğumuz bu niteliklere sahip olabilmesi için gerekli olan en temel hususun adaleti sağlamak olduğunu söyleyebiliriz.Ülkenin sosyal,siyasal ve ekonomik alanda muvaffakiyete ulaşması adaletin her konuda sarsılmaz bir temel direk olarak yer almasıyla mümkün olacaktır.Platon'un adalet insanın ve devletin temel davranış kuralıdır görüşü bunu destekler niteliktedir.


    Tarihsel gelişme süreci içerisinde adalet ve mülkün ilişkisini inceleyecek olursak adaletin varlığı ve yokluğu noktasında bir mukayese yoluna gidip gerekli dersleri çıkardığımız vakit bahsi üzerinde durduğumuz bu veciz söylemin işlevini daha iyi idrak edeceğizdir.Osmanlı Devletinde padişah, Allah'ın yeryüzündeki bir gölgesi ve mızrağı olarak kabul edilmiş,adil sıfatıyla vasıflandırılmıştır.Padişah da tebaasına adalet ve lütuf dağıtmayı birincil vazife olarak edinmiştir.Böylece ülkenin idaresinde adaleti sağlamak padişahın ve yetkililerin tabii arzusu ve emeli haline gelmiştir.Aziz milletimizi altı asır boyunca üç kıta üzerinde hükümran eden en müessir amil adalettir.Çünkü saltanatın temeli adalet üzerine kurulmuştur.Öte yandan Emevi Devletinin kendi soyundan olmayan insanlara değer vermemesi,idari makamlara istihdam edileceklerin seçilmesinde hak ve hukuk gözetilmeksizin ırka dayalı bir ayrımcılığın olması,sosyal yaşantının her sahasında bir kesimin iltimas geçilmesi neticesinde halkın bölünmesi ve huzursuzlukların yaşanması dolayısıyla adaletin hükmünü yitirmesi devletin yıkılmasının en önemli etmenlerinden biri olmuştur.Milletlerin ve ülkelerin tarih sahnesinde ebediyeti yakalayabilmeleri hususunda adaletin önemi ve gerekliliği şayanı dikkattir.


   Ziya Paşa bir beyitinde şöyle der : " Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir.Elbet olur ev yıkanın hânesi vîrân." Günümüz karşılığıyla zulmedenler sonunda kendileri de zulme uğrarlar; ev yıkanın evi yıkılır demek olur.Adaletin bir devletin temeli olmasını teşkil eden başlıca husus insan hayatında bir mikenk taşı konumunda olmasıdır.Tesis edilemediği durumlarda ise adaletsizliğin sarsıcı aksülamelleri neticesinde insanın ve müteakibinde devletin bir viraneden ve harabeden farksız olacağı aşikardır.


    Bundan hareketle adalet ülkelerin kaderlerine yalnızca siyasi bakımdan yön vermez diyebiliriz.Şayet devlet toprakları üzerinde ikamet eden vatandaşlardan oluşuyorsa,devletin temeli olan adalet de başlıca olarak bireye ve sosyal yaşama hitap alan bir sistem ve olgudur.Öte taraftan adaleti hakim kılmaları gerekenler sadece yönetenler değil aynı zamanda yönetilenlerdir de.O vakit adaletin toplum üzerindeki tesirini anlayabilmek için yokluğu durumunda ortaya çıkabilecek misalleri mufassal olarak vermekte fayda vardır.Adaletin hakimiyetini,gücünü ve işlevini yitirdiği,devletin idari konularda adilane davranmadığı,ayrımcılıkların baş gösterdiği,haklının hakkı olanı alamadığı yahut suçsuzun suçlu konumuna düştüğü,zalimlerin ve mazlumların layığınca muamele görmediği bir hayat sahası tasavvur edelim.Vakıa haksız yere hakkını kaybedenlerin sayısının güç geçtikçe arttığı,haksızların başkalarının sahip olması gereken haklarla gücüne güç kattığı,işkencelerin ve cürüme giden yolların kapanmadığı,yolsuzlukların diz boyunu aştığı bir toplumla karşı karşıya kalırız.Böylece adaletsizlik ölümcül bir hastalık gibi topluma sirayet etmeye ve muhtelif olumsuzlukları tetiklemeye başlar.İçten içe,sinsice ülkedeki mizanı ve refah ortamını bozar.Nerede bu adalet nerede bu devlet nidalarıyla melalini bildiren fakat çaresini bulamayan birey en nihayetinde isyan eder ve toplumda bir kaos ortamı oluşur.İnsanların devlete olan inancının ve güveninin sarsılması,ileri merhalede cereyan eden sosyal bunalım anarşiye bile yol açabilir ki bu durum devletin mevcudiyetini tehlikeye sokmaktadır.Unutulmamalıdır ki adaletin değeri, ancak insan hayatına tatbik edildiği zaman or­taya çıkar.Adalet; cemiyetlerin ve milletlerin ahenk içerisinde yaşamasına,payidar kalmasına sebeptir.


    Hakikat şudur ki hangi mülkün efradı arasın­da adalet yoksa, toplum ne kadar ilerlemiş olursa olsun, o yolun sonunda mutlaka perişanlık vardır.Adaletin yokluğu ferdin gönlünde huzurun,toplum arasında ise dayanışmanın,sevginin ve güvenin yokluğuna delalettir.İnfiale kapılan insanların birbirinden şüphe duyarak adımlarını atması mal,can ve namus emniyetinin yok olması birbirini takip eder.Böyle toplumlarda ikbalin güneşi en kısa zamanda batar.Yurtlar harap ve insanlar helak olur.Bir ülke topla tüfekle yıkılamıyorsa veya ele geçiremiyorsa, içeriden hamle yapıp adalet mekanizmasına darbe vurulması o ülkenin çöküşü için kafidir.Mülkün mevcudiyeti adaletin zaafı ile her zaman doğru orantılıdır,tarih bunun örnekleriyle şüphesiz doludur.


    Ülkelerin yönetiminde ve devletin halka karşı muamelesinde adaletin temel esas olarak alınması ister istemez kesin sınırlarla çevrili,esaslı prensiplerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.Adalet iptidai ve göçebe kabilelerde bile elzem görülmüş,ekonomik ve sosyal ilişkilerde ortaya konulan kuralların ham maddesi olmuştur.Toplu avda, avı mızraklayanın etten en büyük payı alması basit bir misaldir." Bir kimse mısırlarını sulamak için ark açarsa; dikkatsizliği nedeniyle sular komşusunun tarlasını basarsa o zaman komşusunun mısır kaybını öder." Hammurabi Kanunları'nın yalnızca bir maddesidir.Sosyal hayatta meydana gelebilecek vakalar dikkate alınarak hazırlanmış,bir hak gaspı söz konusu ise, onu geri alıp haklıya iade etmeye,suçluya cezasını müstahakınca vermeye yönelik bu kurallarda esas ölçüt adaletin yerini bulmasıdır.


     Çağın şartlarının ve insanların ihtiyaçlarının değişmesi adaleti sağlıklı ve dosdoğru bir şekilde sağlayabilecek meşru bir kurumun teşekkül etmesini zorunlu kılmıştır.Bahsettiğimiz bu kurum evrensel adaleti ve insan haklarını esas alan,belirli bir toplumda kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen ve uyulması zorunlu kılınan davranış kurallarının devletin yaptırım gücüyle belirlendiği yasaların bütünü olan hukuktur.Ayrıca hukuk, birey, toplum ve devletin hareketlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini; yetkili organlar tarafından usulüne uygun olarak çıkarılan, kamu gücüyle desteklenen, muhatabına genel olarak nasıl davranması yahut nasıl davranmaması gerektiğini gösteren ve bunun için ilgili bütün olasılıkları yürürlükte olan normlarla düzenleyen normatif bir bilimdir de. Hukuk, birey-toplum-devlet ilişkilerinde ortak iyilik ve ortak menfaati gözetir.Hukuk bir diğer manada hak kökünden gelir ve hak kelimesinin çoğulu olarak bilinmektedir.Halk arasında hak,hukuk tanımak,hukukumdan vazgeçmem gibi tabirler hukukun adaletle sıkı bir ilişki içerisinde olduğunu gözler önüne serer.Adalet mülkün temelidir sözünü ekseriyetle adalet saraylarında ve mahkemelerde görmemizin sebebi de bundan dolayıdır.Çünkü hukukun asli görevi adaleti tesis etmektir.Adalet prensibi kanunlarda en saf ve berrak harç olarak bulunmalı, aynı zamanda adalet hukukun da temeli olmalıdır.Hukuk müessesine mensup insanlar da kendilerini adaletin bekçisi ve koruyucusu olarak görmelidirler.Toplumda en büyük güveni her şeyin sonunda adil bir mahkemenin bulunabileceği inancı sağlar.Hukuk sistemimiz ne kadar iyi çalışır ve ne kadar adil olursa halkın devlete olan bağlılığı da o ölçüde artacaktır.Bunun sonucu olarak da devletimiz güçlenecek,ülkeyi koruma ve refaha kavuşturma görevini daha iyi gerçekleştirecektir.


    Eğer mülk üzerinde adalet ayaklar altına alınıyor,kıymet verilmeyip çiğneniyorsa böylesi bir durumda adaletin yerini zulmün, barışın yerini çatışmanın, güvenin yerini güvensizliğin, adalet dağıtmada hukukun yerini ideolojik saplantıların, kendi zihniyetinden olmayanları ötekileştirmelerin, insan kayırmaların ve önyargıların alması kaçınılmazdır.Kötü huylu zalimin yaptıklarından dolayı ceza görmediği ve mazlumun hep bedel ödemek zorunda kaldığı böyle bir cemiyette bireyin fikir ve şahsiyet bakımından gelişmesi imkansızlaşabileceği gibi hayat da katlanılamaz çetrefil bir düğüm halini alır.Çinli filozof Konfiçyus'a ait "Bir insanın gölgesi boyunu aşarsa o yerde güneş batacak demektir." sözü ülkede öyle bir tecelli eder ki insanlar arasında birlik ve dirlik bozulur geriye sadece adalet değil adale sahiplerinin tekelinde bulunan yaşanılamayacak bir dünya kalır.Adaletten mahrum kalmış ülkeler karanlığa mahkum olmayı hak etmişlerdir.Adalet,toplumun güvenle altına sığınabileceği bir korunak aynı zamanda geleceğin teminatıdır.


    Adalet doğrultusunda kâinat düzeninin dengede kalması tabii bir hadisedir.Buna mukabil onu iki kefeli bir teraziye,bir ölçüye benzetmek pek de abes kaçmayacaktır.Terazinin bir kefesinde hak sahibinin hak ettiği mükafat diğer kefesinde ise haksız olanın hak ettiği suç yer alacaktır.Çünkü adalet hakkın tespit ve tahakkukudur.Adil bir dünyada bu iki kefe daima dengede kalacaktır.Adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir dünyada ise dengenin bozulması her şeyi alt üst edecektir.Nasıl ki bir binayı ayakta tutan temel ne kadar kaliteli malzemelerden yapılır ve sağlam olursa sarsılma ve yıkılma riski de o denli az olur.Temeli çatırdayan bir bina elbette yıkılmaya yüz tutmuştur.Adalet de bu misalde olduğu gibi bir mülkün temeli,ülkenin bekasının ve mutluluğunun vazgeçilmez koşuludur.Emile Zola'nın  "Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir." sözü bu yalın gerçeği güzel bir şekilde ifade etmektedir.Unutulmamalıdır ki istikbal,istiklal,hürriyet ve dahilinde her şey adaletle kaimdir.


    Büyük düşünürlerin söylediği üzere "Adalet kutup yıldızı gibidir.Hep yerinde durur ve geride kalan herşey onun etrafında döner.Adalet dünyadan kalktığı takdirde, insan hayatına kıymet verecek bir şey kalmaz.Adalet evrenin ruhu,devletin hazinesidir." Adalet, hayatın merkezinde sapasağlam durması ve korunması gereken bir husustur,muhafaza edilmediği yerde ne insan ne de mülkün ayakta kalmasına imkan yoktur.Sözün kısası "Adalet mülkün temelidir." Bizler de Herakleitos'un dediği gibi adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemek gerektiğinin bilincinde olmalı,adaleti hayatımızın mihverine yerleştirmeliyiz.



Cansu K.
    2011

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder